14 Kasım 2013 Perşembe

Japanese Households With Zero Savings Hits 31%, Most Since 1963

Japanese Households With Zero Savings Hits 31%, Most Since 1963

4 Kasım 2013 Pazartesi

Küresel ekonomi yol ayrımında


4 Kasım 2013
Küresel finansal krizin 5. yılını tamamlarken dünya ekonomisinde önemli ayrışmalara tanık oluyoruz. İlk ayrışma gelişmiş ülkelerlerle gelişmekte olan ekonomiler arasında yaşanıyor. Diğer ayrışma ise, gelişmiş ekonomilerde teknik göstergelerle temel göstergelerde gözlenen ayrışma. Bu ayrışmaların arkasında yatanları iyi okumadan yapılan analizler çelişkili ve  yetersiz kalacaktır.
Önce ikinci ayrışmayı inceleyelim. 2013 yılı başından itibaren ABD, bazı Avrupa ülkeleri ve Japonya’da reel ekonominin toparlanmaya başladığı yönünde gelen olumlu ancak cılız verilere karşın, piyasa derinliği çok fazla olan bu ülke borsalarında gözlenen aşırı iyimserlik ve tam anlamıyla boğaların hakimiyeti , belki de ilk kez piyasaların reel ekonomiden ayrışmaya başladığını gösteriyor.  Bu ayrışmanın temel nedenini merkez bankalarının sıra dışı müdahaleleri nedeniyle varlık fiyatlarının yapay olarak artması ve bu artışın henüz reel ekonomi tarafından desteklenmemesi olarak açıklayabiliriz . Bu ayrışmanın uzun ömürlü olmayacağı kanaatindeyiz. Ya reel ekonomi borsaları haklı çıkaracak ve hızlı bir büyüme dönemine girilecek ya da borsalar gerçekleri algılayıp  hızlı bir çöküşe gireceklerdir. Ancak, gelişmiş ekonomilerin pozitif ya da durağan yapıya geçmesi bile, sınırlı da olsa müdahalelerin şimdilik başarılı olduğunu gösteriyor. Yeni bir kırılma yaşanmadığı takdirde gelişmiş ülke ekonomileri artık pozitif büyüme sürecine girmiştir diyebiliriz.
Gelelim yazının başında belirttiğimiz gelişmekte olan ülkelerde gözlenen ve çok daha önemli gördüğümüz ayrışmaya. Görünen o ki, bir grup gelişmekte olan ekonomi hem gelişmiş ülkelerden hem bazı gelişmekte olan ülkelerden hızla ayrışıyor.  Bu ayrışmanın nedenini anlayabilmek için önce bir konuya açıklık getirmemiz gerekiyor;  Genel kanı dünyada parasal genişlemenin 2008 krizinden sonra başladığı yönündedir. Ancak küresel likidite bolluğunun başlangıcı, ABD’de 2001 yılında teknoloji hisselerinin çöküşü sonucu yaşanan ekonomik kriz sonrasına dayanmaktadır. O tarihte Greenspan yönetiminde olan Fed, krizden çıkışın çaresini yeni bir balon yaratmakta bulmuş ve 2008 krizine yol açan emlak balonunu yaratan parasal genişleme süreci bu şekilde başlamıştır.  Amerikan dolarının rezerv para statüsünde olması nedeniyle, küresel piyasalar da bu parasal genişlemeden payını almıştır. Kolay elde edilen ucuz krediler sayesinde hem dünyada hem de gelişmekte olan ülkelerde 2008 yılına kadar devam eden hızlı büyüme süreci yaşanmıştır.  Ekonomilerin hızlı büyüdüğü dönemlerde sağlıklı ve sağlıksız büyümeyi ayırt etmek kolay değildir. Ancak, kriz baş gösterdiğinde iyi ve kötü görünür hale gelir. Bugün de durum farklı değildir. Daha küresel likiditenin daralma ihtimali bile iyi ile kötüyü görünür hale getirmeye yetmiştir.
Gelişmekte olan ülkeler arasında gözlenen bu ayrışmanın nedeni nedir?  Olumlu küresel konjonktürü iyi değerlendiren ve yapısal reformlara öncelik veren bazı ülkeler (Güney Kore, Çin, Vietnam ve Tayland)  sınai ve teknolojik üretim çeşitliliğini arttırmaları sayesinde ekonomileri  reel olarak büyürken,  sıcak para ile gelen bol kredi imkanını daha çok ithalat ve tüketim harcamalarını finanse etmek için kullanan diğer ülkelerin (Endonezya, Kolombiya, Türkiye ve Arjantin v.b.) ayrışmasından daha doğal bir şey olamaz.
İşte bu nedenledir ki ikinci grupta yer alan ve ağustos böceği misali likiditenin bol olduğu dönemde saz çalıp türkü söyleyen ülkeler , likiditenin azalmasından en olumsuz etkilenecek ve hatta krize girecek ülkeler arasında yer almaktadır. Önümüzdeki dönemde küresel ekonomik istikrarın devamı bu ülkelerin ekonomik performansları ile yakından ilgili olacaktır.