Türk ekonomisinin dünyanın kaçıncı büyük ekonomisi olduğuna ilişkin
tartışma ekonomistlerden çok siyasetçilerin sevdiği bir konu. Ülkelerin
ekonomik sıralaması öyle yıldan yıla değişen bir büyüklük olmadığı halde
ülkemizde siyasilerin sık sık bu konuyu övünme konusu yaptığını
görüyoruz. Bunu kısmen ekonomik büyüklük sıralamasının daha çok
stratejik anlamı olmasına dayandırabiliriz. Çünkü bir ülkede bir yıl
içinde elde edilen toplam üretim (ya da harcamaya) göre yapılan milli
gelir sıralaması bize o ülkenin gelişmişlik seviyesi ile ilgili bilgi
vermekten çok pazar büyüklüğü hakkında bilgi verir.
Daha iyi anlamak için şu soruyu soralım: 17. büyük ekonomi olan Türkiye, 18. sıradaki Hollanda ya da 19. sıradaki İsviçre'den daha gelişmiş bir ekonomidir diyebilir miyiz? Öyle olsa milli geliri kişi başına böldüğümüzde de benzer bir sıralama çıkması gerekirdi. Kişi başı refah seviyesine göre bir liste yaptığımızda Türkiye 66. sıraya gerilerken, İsviçre 4., Hollanda ise 13. sıraya yükselmektedir. Buradan anlıyoruz ki, toplam büyüklük hesabında en önemli faktör toplam üretim miktarından ziyade, ülkelerin toplam nüfusudur. Yani bir ülkenin toplam geliri sadece o ülkenin üretimi ile değil toplam nüfusu ile de doğrudan ilgilidir.
Ancak, bir ülkenin rekabet gücünü ve gelişmişlik derecesini anlamak için sadece o ülkenin kişi başına göre hesaplanan makroekonomik verilerine bakmak da yeterli olmuyor. Küresel rekabetin her alanda hızlandığı bir dünyada, üretim, büyüme, ihracat gibi birkaç veriyi cımbızla çekip ekonominin gelişmesini buna bakarak değerlendirmek diğer ülkelerin performansını dikkate almamak aşırı iyimserliğe, hatta pembe hayallere dalmanıza neden olabilir. Nitekim son 20 yılda Türkiye ekonomisi ortalama % 4.5 -5 oranında büyümesine rağmen kişi başına düşen gelire göre yapılan sıralama hiç değişmemiştir. OECD verilerine göre, 2002 yılında kişi başı gelir sıralamasında dünyada 66. sırada olan Türkiye, 2018 yılında da aynı sırada yer almaktadır.
Bir an için makroekonomik verilerin olumlu seyrettiğini ve ülkede refahın hızla arttığını varsayalım. Bu durumda bile ekonominin gelişmişliğinden söz etmek mümkün değildir. Çünkü eğer bu niceliksel gelişme beraberinde insani gelişmişlik alanındaki gelişme ile desteklenmiyorsa o ülkenin ekonomik büyümesi kalıcı olamaz. Prof. Dani Rodrik'in tanımladığı gibi episodik büyüme olur , yani sonu gelecek büyüme olur. O nedenledir ki, küresel rekabette güçlü ve kalıcı bir yere sahip olmak için hem niceliksel hem de niteliksel olarak dünyadaki konumumuzu iyi anlamamız ve bu alanlardaki gelişimimizi yakından izlememiz gerekiyor.
Bu ihtiyaçtan yola çıkarak hazırlanan tablodan anlaşılacağı üzere Türkiye'nin beşeri gelişimi ekonomik gelişimine ayak uyduramamaktadır. Ağırlıklı olarak sosyal gelişmişlik kriterlerine göre hazırlanan tabloyu incelediğimizde, Türkiye'nin rekabet üstünlüğü olan alanların yok denecek kadar az olduğu anlaşılmaktadır.
Bir yandan reel ekonomik kriterlere göre yerinde sayan diğer yandan da beşeri gelişmişliğe göre gerilerde kalan bir ekonominin sadece nüfus artışı ile gelişmiş ekonomiler arasında yer alması takdir edersiniz ki mümkün değildir.
Daha iyi anlamak için şu soruyu soralım: 17. büyük ekonomi olan Türkiye, 18. sıradaki Hollanda ya da 19. sıradaki İsviçre'den daha gelişmiş bir ekonomidir diyebilir miyiz? Öyle olsa milli geliri kişi başına böldüğümüzde de benzer bir sıralama çıkması gerekirdi. Kişi başı refah seviyesine göre bir liste yaptığımızda Türkiye 66. sıraya gerilerken, İsviçre 4., Hollanda ise 13. sıraya yükselmektedir. Buradan anlıyoruz ki, toplam büyüklük hesabında en önemli faktör toplam üretim miktarından ziyade, ülkelerin toplam nüfusudur. Yani bir ülkenin toplam geliri sadece o ülkenin üretimi ile değil toplam nüfusu ile de doğrudan ilgilidir.
Ancak, bir ülkenin rekabet gücünü ve gelişmişlik derecesini anlamak için sadece o ülkenin kişi başına göre hesaplanan makroekonomik verilerine bakmak da yeterli olmuyor. Küresel rekabetin her alanda hızlandığı bir dünyada, üretim, büyüme, ihracat gibi birkaç veriyi cımbızla çekip ekonominin gelişmesini buna bakarak değerlendirmek diğer ülkelerin performansını dikkate almamak aşırı iyimserliğe, hatta pembe hayallere dalmanıza neden olabilir. Nitekim son 20 yılda Türkiye ekonomisi ortalama % 4.5 -5 oranında büyümesine rağmen kişi başına düşen gelire göre yapılan sıralama hiç değişmemiştir. OECD verilerine göre, 2002 yılında kişi başı gelir sıralamasında dünyada 66. sırada olan Türkiye, 2018 yılında da aynı sırada yer almaktadır.
Bir an için makroekonomik verilerin olumlu seyrettiğini ve ülkede refahın hızla arttığını varsayalım. Bu durumda bile ekonominin gelişmişliğinden söz etmek mümkün değildir. Çünkü eğer bu niceliksel gelişme beraberinde insani gelişmişlik alanındaki gelişme ile desteklenmiyorsa o ülkenin ekonomik büyümesi kalıcı olamaz. Prof. Dani Rodrik'in tanımladığı gibi episodik büyüme olur , yani sonu gelecek büyüme olur. O nedenledir ki, küresel rekabette güçlü ve kalıcı bir yere sahip olmak için hem niceliksel hem de niteliksel olarak dünyadaki konumumuzu iyi anlamamız ve bu alanlardaki gelişimimizi yakından izlememiz gerekiyor.
Bu ihtiyaçtan yola çıkarak hazırlanan tablodan anlaşılacağı üzere Türkiye'nin beşeri gelişimi ekonomik gelişimine ayak uyduramamaktadır. Ağırlıklı olarak sosyal gelişmişlik kriterlerine göre hazırlanan tabloyu incelediğimizde, Türkiye'nin rekabet üstünlüğü olan alanların yok denecek kadar az olduğu anlaşılmaktadır.
Bir yandan reel ekonomik kriterlere göre yerinde sayan diğer yandan da beşeri gelişmişliğe göre gerilerde kalan bir ekonominin sadece nüfus artışı ile gelişmiş ekonomiler arasında yer alması takdir edersiniz ki mümkün değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder