Son yirmi yılda küresel ekonomiye damgasını vuran en önemli
gelişme, sanayileşmenin hızla yayılması sonucu ülkelerin üretim kapasitesinin
toplam talebin çok üzerine çıkması olmuştur dersek çok abartmış olmayız. Asya ülkelerinin başı
çektiği üretim artışı ya da diğer deyişle arz fazlası dünyada mal ve
hizmetlerin fiyat seviyesinin düşmesine ve dolayısıyla tüketicilerin alım gücünün
artmasına neden olmuştur. Faydalı
deflasyon olarak nitelendirebileceğimiz bu durum tüketim harcamalarının artması
yoluyla büyümeyi desteklemiş ve politika yapıcılar uzun süre artan kredi
kullanımını görmezden gelmiştir. Ancak 2008 yılında ABD’de patlak veren
finansal kriz, bu mutluluk tablosunu bir anda tersine çevirmiştir. Mali sektörü
sarmalına alan kriz dalgası, varlık değerlerinin hızla düşmesine ve kredilerin
durma noktasına gelmesine neden olunca tüketim harcamaları da bıçak gibi
kesilmiştir.
Toplam talebin daralmaya başlaması, ekonomik aktivitenin
yavaşlamasına ve likiditenin azalmasına neden olur. Nakit akışının daralması
borçlu için kabus senaryosudur. Paranın maliyeti yükselir ve borçlar ödenemez
hale gelir. Bu süreç durdurulamazsa ekonomik iflas kaçınılmazdır.
Başından beri bu durumun farkında olan FED yönetimi krizin
derinleşmesini beklemeden varlık alımları yoluyla para musluklarını sonuna
kadar açmıştır. Varlığa dayalı kredi sisteminde varlıkların değer kaybetmesini
durduramazsanız, tıpkı nükleer santralde erimeye başlayan nükleer başlıklar
gibi bir noktadan sonra geri dönülemez noktaya gelirsiniz. Ortaya çıkan tahrip
korkunç olur. Ancak, FED’in altı yıl süren olağanüstü genişleme politikaları
önce ekonominin stabilize olmasına sonra da ekonominin çarklarının tekrar
dönmesini sağlamış görünüyor.
ABD ekonomisi kapalı bir ekonomi olsaydı bu hikaye burada
biterdi. Ancak küresel ekonomi için hikaye daha yeni başlıyor. FED’in genişleme
politikasına başlangıçta temkinli yaklaşan ve yirmi yıldan uzun süredir
deflasyonla boğuşan Japonya, ABD’nin deflasyon sarmalından kurtuluş reçetesini
uygulamaya karar vermesi başlangıçta sempati ile karşılansa da bugün küresel
ekonominin kırılganlığını arttırmıştır. Japonya’nın tarihsel genişleme
politikası, belki de önündeki başarılı örnek nedeniyle çok daha hızlı sonuç
verdi. Japon halkı genişleme politikalarını çok çabuk benimsedi yatırım ve
tüketim harcamaları hızla arttı. Daha bir yıl geçmeden Japon ekonomisinde
mucize sayılabilecek büyüme ve enflasyon belirtileri görülmeye başladı.
Tam Japonlar da mutlu oldu diyecekken, Abenomik
politikalarının bir yan etkisi Avrupa’yı rahatsız etmeye başladı. Genişleme
politikaları tıpkı Dolar’da olduğu gibi Yen’in de hızla değer kaybetmesine
neden olmuştu.
Dolar’ın değer kaybetmesi sürecinde zaten olumsuz etkilenmiş
olan ve durgunluktan çıkamayan Avrupa ekonomisi bu son darbeyi kaldıramadı.
Küresel ekonomide ABD, Japonya ya da Çin gibi büyük ölçekli ekonomilerin
paralarının değer kaybetmesi bir yandan haksız rekabete diğer yandan da dolaylı
olarak dünyaya deflasyon ihraç etmeleri anlamına gelir.
Normal zamanlarda belki de tolere edilebilecek bu durum
resesyondan çıkamayan Avrupa ekonomisi için bardağı taşıran son damla oldu.
Karar alma sürecindeki sıkıntılar nedeniyle, parasal genişleme konusunda cesur
davranamayan Avrupa Merkez Bankası (ECB)
da sonunda % 2 lik enflasyonu hedefleyen ucu açık genişleme programını ilan
etti. Genişlemenin miktarı ve süresi belli olmasına rağmen ucu açık dememizin
nedeni % 2’ lik enflasyon hedefinin konmuş olmasından kaynaklanıyor.
ECB’nin kararı her ne kadar Avrupa ekonomisi için doğru bir
karar olsa da sonuçları itibariyle ilan edilmemiş bir kur savaşı anlamına
geliyor. Üç büyük ekonominin iç
dinamiklerini düzeltmek için uyguladığı politikalar, ekonomilerin geçişkenliği
nedeniyle küresel ekonomik dinamikleri bozacak boyutta görünüyor. FED’in uygulamaya koyduğu daraltıcı
politikalar nedeniyle bir süredir değer kazanan ABD Doları, diğer iki ortağının
genişletici politikalar uygulaması nedeniyle daha da değer kazanmıştır. Eğer
FED ilan ettiği gibi faiz arttırma kararında ısrar ederse Dolar’ın daha da
değer kazanması kaçınılmaz olur.
Güçlü Dolar’ın ABD ekonomisine getireceği yük ise önümüzdeki
dönemde ABD ekonomisinin gücünü test edecektir. Üç büyük ekonominin uyguladığı
asenkronize genişleme politikası önümüzdeki dönemde iyi yönetilemezse herşeyin
en başa dönmesine yani yeni bir krizin tetiklenmesine neden olabilir.
Böyle bir ortamda yatırımcılara tavsiyemiz ani çekilmelere
hazırlıklı olarak aşırı risk almaktan kaçınmaları, dolar cinsinden
borçlanmamaları, borsalarda düşüş başlaması halinde pozisyon azaltmaları ve
yeni alım yapmamaları yönünde olacaktır.