Faiz, ödünç
alınan para için ödenen ve yüzde olarak ifade edilen komisyon ya da ücrettir.
Genellikle yılık oran olarak ifade edilir. Ancak paranın bir yıldan daha kısa
ya da uzun süreli ödünç alınması elbette mümkündür. Kullanım amacına, süresine
ve alan ve verenin özelliklerine göre çeşitli adları ve hesaplama yöntemleri
olsa da temel prensip aynıdır. Aldığınızdan fazlasını geri ödersiniz.
Mülkiyeti bir başkasına ait bir taşınmazı ya
da malı kendi amacınız için bir süreliğine kullanma karşılığında nasıl ki bedel
ödüyorsak, sahip olmadığımız bir parayı belirli bir süre kullanma karşılığında
da bir bedel ödememiz gerekiyor. Diğer bir deyişle, karşılığını ödemeden bir
evde oturamıyor ya da araba kiralayamıyorsak, bir bedel ödemeden de ödünç para
almamız beklenemez. Faiz, en yalın anlatımıyla, ödünç alınan bir parayı belli
bir süre kullanma karşılığında ödenmesi gereken “kira” bedelidir.
Peki, paranın
kira bedeli yani faizi nasıl belirleniyor? Bu sorunun cevabı parayı kimin
aldığı kadar kimin verdiği ile de yakından ilgili. Bir yakınlarınızdan
aldığınız ödünç para için faiz vermeyebilirsiniz. Ancak, parasını ya da malını
bir bedel almadan kullanmanıza izin veren kişinin aslında bir gelirden
vazgeçtiğini bunun maddi bir külfeti olduğunu unutmamak gerekir.
Bu durumu paranın zaman değeri ile daha iyi
açıklayabiliriz. Çünkü paranın değeri ile zaman arasında ters orantı vardır.
Bunun nedeni fiyat artışları yani enflasyondur. Örneğin, aylık ortalama % 1
fiyat artışı olan bir ekonomide bir ay nakit olarak tutulan paranın alım gücü %
1 azalacaktır. Yani, bir bedel almadan borç veren bir kişinin parası bir ay
sonra % 1 değer kaybetmiş olacaktır. Eş dost arasında bu paranın lafı mı olur
diyebilirsiniz zararı sineye çekebilirsiniz. Ama bir finans kurumundan ödünç alınan
para için en az beklenen enflasyonun üzerinde bir bedel ödenmesi gerektiğini
tahmin etmek zor olmasa gerek.
Borç alınan para
için ödenmesi gereken faizin oranının ne olacağı ise, piyasadaki para arzı
miktarı, paraya olan talep miktarı, ödünç istenen süre zarfında beklenen
enflasyon ve risklerin ne olacağı ile yakından ilgili. Finansal kurumlar bu
risklerin fiyatlandırılmasında yani faizin belirlenmesinde bu bilgileri mümkün
olduğunca hesaplamalarına yansıtırlar. Hesabın en zor kısmı ise belirsizliğin
fiyatlanmasıdır. Hiçbir aracı kurum belirsiz ortamlarda risk almak istemez. Bu
nedenle risk fiyatlamalarını yüksek tutarlar. Yani, belirsizliğin artması
faizlerin de artması anlamına gelir. Tersten okursak, faizlerin düşmesi için
öncelikle belirsizliğin, gelecekle ilgili endişelerin azalması gerekir.
Bir an için, risk
beklentisinin iç ve dış nedenlerle arttığını ancak faizlerin yükselmediğini
varsayalım. Bu durumda ödünç para verenler, yani bankalardaki mevduat sahipleri,
birikimlerinin erimesinden endişe duymaya başlarlar ve arsa, ev, döviz, altın
gibi alternatif yatırım araçlarına yönelebilirler. Hatta yatırım yapmaktan
vazgeçip tüketim harcamalarını öne çekebilirler.
Gayri nakdi
yatırım araçlarına yönelme tercihi, yatırım için gerekli fon arzını olumsuz
etkileyecektir. Tüketimi öne çekme tercihi ise toplam talebin artmasına neden
olacaktır. Böylece, bir yandan talep artarken diğer yandan üretim talebe cevap
veremeyecek çünkü yeni yatırım için yeterli fon arzı olmayacaktır. Bu durum ise
ders kitaplarında tarif edilen enflasyonist ortama davet çıkaracaktır.
Enflasyonun
artmaya başlaması ise artık sadece para sahiplerini değil sabit gelirlileri de
olumsuz etkileyecektir. Çünkü enflasyon gelir dağılımı bozar, alım gücünü
azaltır. Sabit gelirlilerin geliri, tasarruf sahiplerinin tasarrufu hızla
erimeye başlar.
Mümkün olduğunca
basitleştirilmiş bu analizden anlaşılacağı üzere, faiz neden değil sonuçtur.
Nedeni ortadan kaldırmadan faiz artışının engellenmesi ve bunda ısrar edilmesi kaçınılmaz
olarak toplumun tüm kesimlerinin ağır bedel ödemesine neden olacaktır.