28 Nisan 2025 Pazartesi

Yapay Zeka Çağında Türkiye Ekonomisinin Geleceği

 Küresel ölçekte yaşanan ekonomik krizler sadece rakamların ve grafiğin değil, büyük dönüşümlerin de habercisidir. Tarihte her büyük kırılma dönemi, yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Bugün ise tam da böyle bir eşikteyiz. Çünkü hayatımıza yapay zeka girdi. Hem de öyle yavaş yavaş değil; bir dalga gibi iş dünyasını, üretimi, istihdamı ve hatta günlük yaşamı dönüştürerek.

Teknoloji Krizleri Tetikliyor, Ama Aynı Zamanda Dönüştürüyor
Geçmişte ekonomik krizler çoğu zaman üretimle teknoloji arasındaki uyumsuzluklardan çıkardı. Şimdi ise bu uyumsuzluk, yepyeni bir oyuncunun – yapay zekanın – sahneye girişiyle daha da belirginleşti. Fakat bu kaotik ortam aynı zamanda, eski yapıları tasfiye edip sermayeyi daha verimli alanlara yönlendirme fırsatı da sunuyor.

Bu dönüşüm sürecinin kaybedenleri, üretim ve finansman yapısındaki yeni düzene ayak uyduramayan işletmeler ve çalışanlar oluyor. Kazananlar ise bugünü değil, geleceği planlayanlar olacak.

Krizin İçinde Doğan Yeni Ekonomi
Yedi yıl önce yazdığım bir
analizde, 2008 küresel krizinin aslında yeni bir sanayi devriminin işareti olduğunu söylemiştim. Bugün bu dönüşümün adını daha net koyabiliyoruz: Yapay zeka destekli üretim ve yönetim sistemleri. Artık sadece maliyet değil, hız, esneklik ve kişiselleştirme ön planda.

Bir örnek düşünelim: Yakın gelecekte bir tüketici bir cep telefonu almak istediğinde, hazır modellerden birini seçmek yerine özelliklerini tasarımını kendi  belirleyecek ve bu sipariş tüketiciye en yakın akıllı fabrikaya iletilecek ve ürün tamamen makineler tarafından üretilip alıcıya gönderilecek. Ne insan emeği ne de klasik tedarik zincirleri bu işin içinde olacak.

Bu örnek bile başlı başına şunu gösteriyor: Ucuz ve vasıfsız iş gücü artık bir rekabet unsuru olmadığı gibi gelişmenin önündeki en büyük engeldir.

Sermaye Göç Etmiyor, Veriye Yaklaşıyor
Eskiden sermaye ucuz işgücü neredeyse oraya akardı. Şimdi ise algoritmalar, veri merkezleri ve işlem gücü neredeyse oraya gidiyor. Bu, özellikle Çin, Hindistan, Vietnam gibi üretim merkezlerinin yerini yeniden tartışmaya açarken, Türkiye gibi ülkeler için de ciddi bir uyarı anlamına geliyor.

Yeni soru şu: Biz teknoloji mi üretiyoruz, yoksa teknolojiyle sadece montaj mı yapıyoruz?

Eğer ikinci şıktaysak, yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte bizim modelimizde büyük boşluklar oluşacak. Çünkü sadece satın alınan teknolojiyi kullanarak rekabet etmek artık mümkün değil.

Yapısal Reformlar ve İnsan Sermayesi
Bu değişime ayak uydurmanın tek yolu nitelikli insan gücü yetiştirmekten geçiyor. Bugün inovasyonun motoru bilgi, bilgiyi üreten ise iyi eğitim almış bireyler. Yapay zekanın bu kadar merkezi hale geldiği bir ekonomide, ne inşaatla, ne ticaretle, ne de klasik üretimle sürdürülebilir büyüme sağlanabilir.

Asıl kalkınma modeli, insana ve inovasyona yapılan yatırım olmalı. Eğitim sisteminden başlayarak, müfredatın geleceğin mesleklerine göre yeniden yapılandırılması şart. Kodlama, veri bilimi, algoritma okuryazarlığı gibi konular sadece teknik okullarda değil, ilkokuldan itibaren hayatımıza girmeli.

Demokrasi, Hukuk ve Şeffaflık: Ekonomik Büyümenin Yeni Temelleri
Yapay zeka çağında artık sadece teknoloji üretmek değil, aynı zamanda etik, özgürlük ve denetim mekanizmaları da önem taşıyor. Çünkü veri güvenliği, algoritmaların şeffaflığı ve bireysel haklar olmadan teknolojik gelişim bir süre sonra toplumsal çöküşe neden olabilir.

Bu yüzden ekonomik kalkınmayı sadece fabrika ve ihracat rakamlarıyla ölçmek yetersiz kalıyor. Adaletli hukuk sistemi, düşünce özgürlüğü, girişimciye güven veren ortam artık ekonomik rekabetin de ana bileşenleri arasında.

Türkiye İçin Kritik Sorular
Şu sorular artık Türkiye için kaçınılmaz:
- Büyüme modelimiz dış yatırımlara mı dayanıyor?
- Üretimimiz ithal teknolojiye mi bağlı?
- Sanayimiz başka ülkelerin talebine göre mi şekilleniyor?
- İnsan kaynağımız 21. yüzyıl yetkinliklerine ne kadar sahip?

Eğer bu sorulara verdiğimiz cevaplar bizi ithal teknolojiye ve dış kaynaklı büyümeye işaret ediyorsa, önümüzdeki dönemde ekonomik riskler daha da derinleşecek demektir.

Ne Yapmalı?
1. İnsan sermayesine yatırım: Ezberleyen değil, düşünen, analiz eden bireyler yetiştirmeliyiz.
2. Ar-Ge ve yerli teknoloji: Savunma sanayi dışında da katma değerli ürünler üretmeliyiz.
3. Veri ve yapay zeka stratejisi: Ulusal düzeyde veri yönetimi politikası geliştirilmeli. Veri artık para kadar değerli.
4. Eğitim reformu: Eğitim sistemimiz, teknoloji okuryazarlığını temel becerilerden biri haline getirmeli.
5. Hukuk ve ifade özgürlüğü: Güven veren bir toplum yapısı, yatırım ve inovasyonun temelidir.

Son Söz
Yapay zeka sadece teknolojik bir gelişme değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal ilişkileri kökten değiştiren bir kırılma noktasıdır. Türkiye’nin bu süreci doğru okuyarak gerekli dönüşümleri gerçekleştirmesi, önümüzdeki on yıllarda söz sahibi olmasının ön koşuludur.

Kısacası, artık yapay zeka ile yarışmıyoruz, onunla birlikte üretim yapmayı öğrenmeliyiz. Bu yeni düzende ayakta kalmanın tek yolu ise, insanı merkeze alan bir kalkınma stratejisini hemen şimdi hayata geçirmekten geçiyor.

15 Nisan 2025 Salı

Trumpizm ve Ekonomik Gerçekler

 

Yaklaşık sekiz yıl önce, küreselleşmenin altın çağının sona erdiğini kaleme almıştım. O dönemden beri üretim ve sermayenin sınır ötesine taşınma zorunluluğu, teknolojik dönüşümle birlikte giderek anlamını yitirmeye başladı. Bugün geldiğimiz noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin uygulamaya koyduğu yeni tarife yaptırımları ve artan korumacı politikalar, bu öngörünün doğruluğunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak bu dönüşüm yalnızca küresel işbirliğini sekteye uğratmakla kalmıyor; aynı zamanda, bu politikaları benimseyen ülkelerin kendi ekonomik dengelerini de tehdit ediyor.

Trump’ın ticaret politikalarının ardında sağlam bir ekonomik teoriye dayanan bir strateji görünmüyor. Daha rahatsız edici olan ise, dünyanın Trump gibi bir liderle nasıl müzakere etmesi gerektiğini hâlâ bilememesi. Çünkü karşımızda ticaretin işleyişine dair temel iktisadi kuralları gözeten, tutarlı bir müzakereci yok. Trump, Amerika’nın dış ticaret açığını, özellikle de mal ticaretindeki açığı, Amerika'ya bir haksızlık olarak görüyor. Bu düşünce, ABD’nin diğer ülkelerden üstün olduğu varsayımına dayanıyor; dolayısıyla diğer ülkelerin Amerika’nın satın aldıklarından daha fazlasını satın alması gerektiğine inanıyor.

Ancak dünya artık 1950’lerin ekonomik düzeninde yaşamıyor. 21. yüzyıl ekonomisinde, hizmet sektörü Amerika’nın en büyük gelir kaynağını oluşturuyor. İmalat sanayi, ülke ekonomisinin yalnızca yüzde 9 ila 10’unu kapsarken, ABD turizm, eğitim, sağlık, eğlence ve teknoloji gibi hizmet alanlarında ciddi ticaret fazlası veriyor. Buna rağmen, Trump yönetiminin uyguladığı vize politikaları, ülkeye beyin göçünü engellemekle kalmayıp, turizmi de baltalıyor. Bu yaklaşım, ABD'nin en büyük ihracat kalemleri olan yazılım, turizm ve eğitim gibi sektörlere ciddi zarar verme potansiyeli taşıyor.

Diyelim ki Trump’ın hedeflediği gibi imalat sektörünü ülkeye geri getirmeyi başardı. Bugünün üretimi, artık klasik fabrikalarda değil, otomasyon ve yapay zekâ destekli akıllı sistemlerde gerçekleşiyor. Yani, bu dönüşüm Trump’ın oy deposu mavi yakalı işçilere istihdam sağlamayacak. Ayrıca, on yıllar içinde küresel düzeyde kurulan tedarik zincirlerini kısa sürede yeniden şekillendirmek sanıldığı kadar kolay değil. Gerçek şu ki, Amerika’yı 1950’lerin üretim yapısına döndürmek ne mümkün ne de sürdürülebilir. Fakat bu süreçte, dünya ekonomik düzeni kalıcı bir sarsıntı geçirme riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Trump yönetiminin tarife kararları, görünürde dış rakipleri hedef alıyor gibi dursa da, en büyük darbeyi bizzat Amerikan ekonomisine vurma tehlikesi taşıyor. İthal ürünlerin fiyatlarındaki artış enflasyonu tetiklerken, Çin ve Avrupa Birliği gibi büyük ticaret ortaklarının misilleme adımları da Amerikan ihracatçılarının küresel pazarlarda rekabet gücünü zayıflatıyor. 2018’deki ticaret savaşlarında Amerikan çiftçileri, özellikle de soya fasulyesi üreticileri, önemli pazar kayıpları yaşamıştı. Bugün benzer riskler, otomotivden teknolojiye kadar birçok sektörü tehdit ediyor.

Üstelik günümüz dünyasında tam ekonomik bağımsızlık yalnızca romantik bir hayalden ibaret. Yarı iletkenlerden lityum bataryalara kadar pek çok stratejik ürün, küresel tedarik zincirlerine bağımlı. ABD’nin inovasyon motoru, bu zincirlerin sürekliliğine muhtaç. Korumacı politikalar, kısa vadede milliyetçi bir zafer olarak sunulabilir; fakat uzun vadede bu adımlar geri döndürülemezse, Amerika kendi ayağına kurşun sıkmış olacak.

11 Nisan 2025 Cuma

Trumpism and Economic Realities

 


About eight years ago, I wrote that we were nearing the end of globalization’s golden age. The need to outsource capital and production across borders had started to lose its meaning in the face of technological transformation. Today, the United States’ new tariff measures and rising protectionist policies clearly confirm that forecast. Yet this shift not only disrupts global cooperation—it also poses a serious threat to the very economies adopting these policies.

There is no coherent economic theory behind what Trump has been doing. Perhaps the most troubling aspect is that the world doesn’t quite know how to negotiate with him. Because we are not dealing with a rational negotiator who understands how trade works or values consistent economic principles.

Trump sees the U.S. trade deficit—especially in goods—as an injustice. This perception is rooted in an assumption that the United States is superior to other countries, and therefore, those countries should purchase more American products than the U.S. buys from them.

But the world of the 21st century is not the same as that of the 1950s. Today, the service sector constitutes the largest part of the U.S. economy. Manufacturing accounts for just about 9 to 10 percent, whereas the United States runs a trade surplus in services like tourism, education, healthcare, and intellectual property. So what does Trump do with these sectors? Visa policies are being implemented in ways that restrict, rather than encourage, the inflow of talent. Tourism is being hindered rather than promoted.

Trump seems unaware that these restrictive measures are damaging America’s most competitive export industries—software, tourism, and education. Even if he somehow succeeds in bringing manufacturing back to the U.S., production today happens in smart factories, meaning it won’t create the kind of blue-collar jobs his base is hoping for. Moreover, reconstructing the supply chains and logistics networks necessary to support such a shift is far more complicated than it may appear. The idea of restoring the American economy to its 1950s state is not only unrealistic—it’s impossible. In the meantime, however, the global economic system risks suffering irreversible damage.

Ironically, Trump’s tariffs are more likely to hurt the U.S. economy than help it. By increasing the cost of imported goods, they drive inflation upward. Meanwhile, retaliatory actions from China and the EU make it harder for American exporters to compete abroad. For instance, soybean producers lost significant markets during the 2018 trade wars—today, that risk has expanded to multiple sectors.

In a world defined by interconnected innovation, full economic independence is nothing more than a fantasy. From semiconductors to batteries, the U.S. innovation engine is deeply reliant on global supply chains. Protectionism may seem like a patriotic win in the short term, but if these policies persist, the United States will end up scoring an own goal.