23 Mayıs 2025 Cuma

Toplumsal Dönüşümün İki Anahtarı

 Aydınlanma dönemi, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da ortaya çıkan bir düşünsel akım olarak bilinir. Bu dönem, bilim, mantık, özgürlük ve eşitlik gibi temel değerleri vurgulayarak toplumsal dönüşümü tetiklemiştir. Aydınlanma, aynı zamanda modernleşme sürecinin de temel taşlarını oluşturmuştur. Bu makalede, aydınlanma ve modernleşme kavramlarını ele alacak ve bu iki sürecin toplumsal dönüşüme nasıl katkıda bulunduğunu inceleyeceğiz.

Aydınlanma Dönemi: Bilim, Mantık ve Özgürlük

Aydınlanma, rasyonalite ve bilime dayanan bir düşünce tarzını benimsemekle karakterizedir. Bilimin ışığında, insanlar dogmatik inançlardan ve karanlık çağların getirdiği cehaletten kurtulmaya çabalamışlardır. Aydınlanma filozofları, insanların akıl yürütme yeteneklerini kullanarak bilgiye ulaşabileceğini savunmuş ve bu düşünce tarzının toplumu daha adil ve ilerlemiş kılacağını öne sürmüşlerdir.

Aydınlanma düşünürleri, özgürlük ve eşitlik konularında da önemli görüşlere sahipti. Montesquieu'nün "Yasaların Ruhu" adlı eserinde öne sürdüğü gibi, güçler ayrılığı ilkesi, bireylerin haklarını korumak adına devletin gücünün sınırlanması gerektiğini savunmuştur. Voltaire ise düşünce özgürlüğünü vurgulayarak, farklı düşüncelere saygı duyulması gerektiğini ifade etmiştir. Bu temel değerler, toplumsal düzenin temellerini sarsmış ve modernleşme sürecini hızlandırmıştır.

Modernleşme: Toplumsal ve Ekonomik Değişim

Aydınlanma düşüncesinin etkisiyle birlikte, modernleşme süreci başlamış ve toplumları derinlemesine dönüştürmüştür. Sanayi Devrimi, teknolojik gelişmeler ve ekonomik yapıdaki değişimler, toplumları daha karmaşık ve bağlantılı hale getirmiştir. Bu süreç, tarımsal toplumların yerini endüstriyel toplumlara bırakmış, şehirleşmeyi hızlandırmış ve üretim süreçlerini radikal bir biçimde değiştirmiştir.

Modernleşme aynı zamanda toplumsal normlarda ve değerlerde de bir evrimi beraberinde getirmiştir. Geleneksel aile yapısı ve toplumsal rollerdeki değişimler, bireyler arasındaki ilişkileri yeniden tanımlamıştır. Eğitim sistemi, bilim ve teknolojiye daha fazla odaklanarak bireylerin yeteneklerini geliştirmeye yönelik bir dönüşüm geçirmiştir.

Aydınlanma ve modernleşme, insanlığın tarihindeki önemli dönemeçlerden biridir ve dünya genelinde toplumsal, siyasi ve ekonomik yapıları derinden etkilemiştir. Bu süreç, insanların düşünce yapısını, toplumsal ilişkileri ve yaşam tarzlarını kökten değiştirmiştir. Bu nedenle, aydınlanma ve modernleşme konuları üzerine yapılan çalışmalar, her zaman ilgi çekici ve önemlidir.

Modernleşme, aydınlanmanın sonuçlarından biridir. Aydınlanma dönemi, insanların akıl ve bilimi ön plana çıkarması, dini otoritenin sorgulanması ve bireyin özgürlüğü üzerine odaklanmasıyla karakterizedir. Bu düşünce akımı, toplumsal, siyasi ve kültürel yapıları derinden etkilemiş ve modernleşme sürecine zemin hazırlamıştır.

Dolayısıyla, aydınlanma düşüncesi, insanların zihinsel yapısında ve toplumsal yapıda gerçekleşen değişimlerle modernleşme sürecini tetiklemiştir. Modernleşme, bu düşünce akımının etkisiyle ortaya çıkmış ve toplumların dönüşümünde önemli bir rol oynamıştır.

Sonuç

Aydınlanma düşüncesi ve modernleşme süreci, toplumsal dönüşümde kritik roller oynamıştır. Bilim, mantık, özgürlük ve eşitlik gibi temel değerleri vurgulayan Aydınlanma, toplumları daha ileri düzeyde düşünmeye ve gelişmeye yönlendirmiştir. Modernleşme ise endüstriyel, ekonomik ve sosyal alanlarda gerçekleşen değişimlerle birlikte toplumları yeni bir çağa taşımıştır. Bu süreçler, günümüz dünyasının temelini oluştururken, toplumsal dönüşümün dinamik ve sürekli bir süreç olduğunu göstermiştir.

22 Mayıs 2025 Perşembe

The Misuse of Key Concepts and the Essence of Structural Reforms

The careless and unconscious use of fundamental concepts can, over time, cause these terms to lose their meaning entirely. Structural reform has unfortunately become one of those diluted and misrepresented terms. Today, we often witness administrative measures or temporary policies being presented under the label of "structural reform." Yet, true structural reforms are far more than administrative interventions — they are profound initiatives aimed at long-term transformation.

Broadly defined, what distinguishes structural reforms from other types of regulations is their focus on medium- and long-term outcomes — and the lasting nature of those outcomes. These reforms reflect a country’s vision for the future, its developmental path, and strategic priorities. At the economic, social, and institutional levels, structural reforms not only address current problems but also lay a solid foundation for unlocking a nation’s developmental potential.

At the core of structural reforms is the human being. Human development, health, freedom, security, and well-being are directly encompassed within the scope of such reforms. The quality of human capital is a decisive factor in ensuring sustainable economic growth. In this context, education stands as the first — and perhaps the most critical — pillar of any structural reform agenda. An education system that aligns with contemporary demands, supports creativity, and fosters analytical thinking shapes not just individual futures, but the destiny of entire societies and economies. Reforms in this area should aim to cultivate a workforce with skills surpassing global averages. By nature, educational reforms are long-term investments; they involve not only students but also educators. For this reason, they require patience and continuity. Ireland is a striking and recent example of how the impacts of structural interventions in education may only become evident years later.

The second major pillar is legal and institutional reform, which ensures that individuals live in a free and secure environment. The rule of law, protection of property rights, freedom of expression, transparency, and accountability are not only prerequisites for a functioning democracy but also for a healthy economic environment. A fair, predictable, and reliable legal system enhances the investment climate, encourages entrepreneurship, and paves the way for sustainable development. In short, a strong economy cannot be built without free individuals and robust institutions.

Another essential aspect of structural reforms involves regulations aimed at protecting the environment and human health. The old saying "a sound mind in a sound body" aptly captures the importance of reforms in this field. A healthy individual is a productive one. Without providing sustainable living conditions in harmony with nature, social welfare cannot be improved. Therefore, structural regulations that protect the environment, ensure access to basic healthcare services, and incorporate long-term public health policies serve both as tools and outcomes of economic development.

So, how can we distinguish true structural reforms amid countless administrative measures and policy actions? Decisions that are designed to provide short-term relief and can be easily reversed are not structural in nature. Genuine structural reforms are those that lead to lasting improvements in quality of life and well-being, contribute to systemic transformation, and generate effects that persist over time.

Finally, the idea that structural reforms are a one-time effort is misleading. Structural reforms are dynamic processes. As technology evolves, social needs shift, and global competition intensifies, reforms must be renewed and adapted by successive generations. It is no surprise that countries that embarked on structural reforms during the Industrial Revolution still continue to pursue new structural arrangements today. Economic development is not a static state, but a constantly evolving journey — and structural reforms are the compasses that keep us on course.

Yapısal Reform

Temel kavramların gelişigüzel ve bilinçsiz kullanımı, zamanla bu kavramların içinin boşalmasına, hatta anlamlarını tamamen yitirmesine neden olabiliyor. “Yapısal reform” da bu akıbetten nasibini alan kavramlardan biri hâline geldi. Bugün bazı idari tedbirlerin ya da geçici politikaların “yapısal reform” etiketiyle sunulduğuna tanıklık ediyoruz. Oysa yapısal reformlar, yalnızca birer idari müdahale değil, uzun vadeli dönüşüm hedefleyen, köklü değişim hamleleridir.

Genel anlamıyla ifade etmek gerekirse, yapısal reformları diğer düzenlemelerden ayıran temel özellik, orta ve uzun vadeli sonuçlara odaklanmaları ve bu sonuçların kalıcı nitelik taşımasıdır. Bu reformlar, bir ülkenin geleceğe ilişkin vizyonunu, gelişim rotasını ve kalkınma stratejilerini yansıtır. Ekonomik, toplumsal ve kurumsal düzeyde dönüşüm sağlayan bu düzenlemeler, sadece mevcut sorunlara çözüm sunmakla kalmaz, aynı zamanda ülkenin kalkınma potansiyelini artıran sağlam bir zemin oluşturur.

Yapısal reformların merkezinde insan vardır. İnsanın gelişimi, sağlığı, özgürlüğü, güvenliği ve refahı doğrudan bu reformların kapsamındadır. Çünkü insan kaynağının niteliği, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği açısından belirleyici bir faktördür. Bu bağlamda, eğitim, yapısal reform gündeminin ilk ve belki de en kritik başlığıdır. Çağın gereklerine uygun, yaratıcı gücü destekleyen, analitik düşünceyi teşvik eden bir eğitim sistemi, sadece bireyin değil toplumun ve ekonominin de kaderini belirler. Bu alanda yapılacak reformlar, dünya ortalamasının üzerinde nitelikli insan kaynağı yetiştirmeyi hedeflemelidir. Eğitim reformları doğası gereği uzun vadeli yatırımlardır; yalnızca öğrencileri değil, aynı zamanda eğiticileri de kapsar. Bu nedenle sabır ve süreklilik gerektirir. İrlanda örneği, eğitime yapılan yapısal müdahalelerin etkisinin yıllar sonra görülebildiğini gösteren güncel ve çarpıcı bir vakadır.

İkinci temel başlık, bireyin özgür ve güvenli bir ortamda yaşamasını garanti altına alan hukuki ve kurumsal reformlardır. Hukukun üstünlüğü, mülkiyet haklarının korunması, ifade özgürlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi unsurlar, yalnızca demokrasinin değil, aynı zamanda sağlıklı bir ekonomik ortamın da ön koşuludur. Adil, öngörülebilir ve güvenilir bir hukuk sistemi, yatırım ortamını iyileştirir, girişimciliği teşvik eder ve sürdürülebilir kalkınmanın önünü açar. Özetle, özgür birey ve güçlü kurumlar olmadan güçlü bir ekonomi inşa edilemez.

Yapısal reformların bir diğer ayağını ise çevre ve insan sağlığına yönelik düzenlemeler oluşturur. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözü, bu alandaki reformların önemini özlü biçimde özetler. Sağlıklı bir birey, üretken bir bireydir. Doğayla uyumlu, sürdürülebilir yaşam koşulları sağlanmadan toplumsal refah artırılamaz. Bu nedenle çevreyi koruyan, temel sağlık hizmetlerini erişilebilir kılan, uzun vadeli halk sağlığı politikalarını içeren yapısal düzenlemeler, ekonomik kalkınmanın hem aracı hem de sonucudur.

Peki, sayısız idari önlem ve politika içinde yapısal düzenlemeleri nasıl ayırt edeceğiz? Günü kurtarmaya yönelik, kolayca değiştirilebilen kararlar yapısal değildir. Gerçek yapısal reformlar; yaşam kalitesini ve refah düzeyini kalıcı biçimde iyileştiren, sistemik dönüşüme katkı sunan ve etkisini yıllar boyunca sürdüren adımlardır.

Son olarak, yapısal reformların “bir kerelik” olduğu yönündeki düşünce de yanıltıcıdır. Yapısal reformlar, dinamik süreçlerdir. Teknolojik gelişmeler, toplumsal ihtiyaçlar ve küresel rekabet koşulları değiştikçe, reformların da yeni kuşaklarla devam etmesi gerekir. Sanayi devrimiyle reformlara başlayan ülkelerin, bugün hâlâ yeni yapısal düzenlemeler gündeminde tutması bu nedenle şaşırtıcı değildir. Ekonomik kalkınma, durağan değil, sürekli dönüşen bir yolculuktur. Bu yolculukta yapısal reformlar, rotayı sabitleyen pusulalardır.

6 Mayıs 2025 Salı

Growth vs Development

 

In Turkey, the concept of economic growth is perceived as an indicator for the increase in national income. Moreover, it has been identified with the construction sector for the last 20 years. New roads, huge shopping malls, towers, housing projects… Each is presented as a symbol of economic prosperity. But there is a point that is overlooked here; growing is one thing, developing is another.

Growing, if not based on innovation, only expresses a nominal increase. Yes, for a while, a positive atmosphere occurs in the economy with the income increase provided by growth. However, as Prof. Dani Rodrik puts it, growth models that are not based on innovation are episodic. In other words, it ends with a crisis in the end. Development through growth is possible with a permanent increase in social welfare, quality of life, scientific and technological progress.

You can grow with the construction sector, but you cannot develop without making inventions. To better explain this, let's give an example; You can increase the volume of a balloon when you blow it. If you continue to blow, the balloon will burst at some point. However, if you can find a new chemical formula that will increase the durability of the balloon and allow the balloon to inflate without bursting, your growth model will be more permanent.

Production is of course important, but what distinguishes economies from others and makes them unique in the market are inventions. When we look at the countries that have a say in the world economy today, they all have a common feature: They are making new inventions for more efficient and higher quality production. They are always at the top in patent numbers, R&D investments, scientific publications and technology exports.

In other words, these countries are not only consuming information and technology, but also producing it. Competitive Advantage: Hidden in the Technology You Have Absolute competitive advantage in the global economy is possible by having know-how technologies. By producing a product, you can provide the most price competition. However, inventions not only provide a technical advantage, but also an economic protection shield. In this way, the value of your product in the market increases, and you differentiate yourself from your competitors.

For this reason, the driving force of long-term economic development has always been inventions. Increasing production volume can boost short-term economic data. However, a sustainable increase in prosperity is possible with a human-centered, knowledge-based and innovation-oriented economic structure. This also requires having a human resource with the ability to produce technology.

Who Produces Technology? All developed countries are the leading countries in high-tech product exports. The common feature of countries such as South Korea, Germany, Japan, the USA and China is that they can raise educated and creative individuals. Thanks to these individuals, new ideas are constantly being produced, these ideas are commercialized and find a place in the global market. In other words, the issue is not just setting up a factory; it is to have brains that think about what will be produced in that factory, how it will be produced and how it will be sold to the world. From this point, the importance of education becomes even more apparent. Not only school enrollment rates or exam successes, but also the content and quality of education are of great importance. Individuals who are curious, questioning, and analyzing instead of memorizing can only be raised with a qualified education system. For this reason, investment in education is the most valuable investment in the future.

2023 Patent Application Numbers (According to WIPO Data)

Country

Patent Application Number 

China

1.640.000

USA

518.364

Japan

414.413

South Korea

287.954

Germany

133.053

 

But Education Alone is Not Enough Seeing education as a magic wand would also be misleading. Because it is not enough for a person to be equipped with knowledge in order to reveal his creative potential. At the same time, he needs to feel free and safe. If an individual is afraid of being punished while expressing his thoughts; if he is forced to self-censor even while dreaming, no invention will come out of it. Innovation is only possible with freedom.

Hope is also needed. If people do not have hope for the future, creativity and motivation will decrease. In an anxious society, the individual only tries to save the present, he cannot show the courage to build the future. That is why not only the economic, but also the legal and political ground must be strong. Structural Reforms: The Key to Real Development At this point, the concept of "structural reform" comes into play. Making long-term and permanent arrangements in areas such as education, justice, politics, and the economy is the basis of real development.

But these reforms are not easy. Because its fruits are not immediately obtained, it takes time. It is not attractive for political actors stuck in the election cycle. Therefore, it is often postponed and ignored. It usually comes to the agenda after economic crises, when it is inevitable. However, for healthy development, these reforms should be made before the crisis, not during the crisis. Structural reforms; It includes establishing legal systems that guarantee the rights of the individual, creating a merit-based public administration, raising political ethical standards, updating the education system, expanding freedoms and establishing social trust. Every improvement in these areas will have a positive impact on all segments of society.

Why Are Young People Leaving? The biggest common reason for young people migrating abroad from Turkey is neither money nor unemployment. Not feeling safe, not feeling free and not having hope for the future. As long as you cannot provide these, open as many universities as you want, establish technoparks, and give R&D incentives. Those young people will go to evaluate those opportunities in other countries. For this reason, it is necessary not only to build physical infrastructure, but also to strengthen the mental and institutional infrastructure. Roads, bridges, airports are of course important. But the real strength of a country is its human resources that can produce thought. And this human resource can reveal its potential only when it feels not only knowledgeable, but also free, safe and hopeful.

Conclusion: The Real Way to Build the Future For Turkey to develop, it needs to produce new ideas rather than new buildings. If we want to build the future, we must first open space for thought, put people at the center

Büyümek Kolay, Kalkınmak Zor

 

Türkiye’de ekonomik büyüme kavramı milli gelir artışı için bir gösterge gibi algılanıyor. Dahası son 20 yıldır inşaat sektörüyle özdeşleşmiş  durumda. Yeni yollar, devasa alışveriş merkezleri, kuleler, konut projeleri… Her biri ekonomik refahın simgesi gibi sunuluyor. Ama burada göz ardı edilen bir nokta var; büyümek başka, kalkınmak başka bir şeydir. Büyümek, inovasyona dayanmıyorsa sadece nominal bir artışı ifade eder. Evet bir süre büyümenin verdiği gelir artışı ile ekonomide olumlu hava oluşur. Ancak Prof. Dani Rodrik’in ifadesi ile inovasyona dayanmıyan büyüme modelleri episodiktir. Yani eninde sonunda bir kriz ile sonlanır. Kalkınarak büyüme ise toplumsal refahın, yaşam kalitesinin, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin kalıcı artması ile mümkündür. İnşaat sektörü ile büyüyebilirsiniz, ama buluş yapmadan kalkınamazsınız.

Bunu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir örnek verelim; Bir balonu üflediğinizde hacmini büyütebilirsiniz. Üflemeye devam ederseniz bir noktada balon patlayacaktır. Ancak balonun  dayanıklılığını artıracak yeni bir kimyasal formul bularak balonun patlamadan şişmesini sağlayabilirseniz, büyüme modeliniz daha kalıcı olacaktır.

Üretim elbette önemlidir, ama ekonomileri diğerlerinden ayıran, piyasada benzesiz hale getiren şey buluşlardır. Bugün dünya ekonomisinde söz sahibi olan ülkelere baktığımızda hepsinin ortak bir özelliği var: Daha verimli daha kaliteli üretim için yeni buluşlar yapıyorlar. Patent sayılarında, Ar-Ge yatırımlarında, bilimsel yayınlarda ve teknoloji ihracında hep üst sıralardalar. Yani bu ülkeler, bilgiyi ve teknolojiyi sadece tüketen değil, üreten ülkeler.

Rekabet Üstünlüğü: Sahip Olduğun Teknolojide Saklı

Küresel ekonomide mutlak rekabet üstünlüğü, know-how teknolojilerine sahip olmakla mümkün. Bir ürünü üreterek, en fazla fiyat rekabeti sağlayabilirsiniz. Oysa ki buluşlar sadece teknik bir üstünlük değil, ekonomik bir koruma kalkanı da sağlar. Bu sayede ürününüzün piyasadaki değeri artar, rakiplerinizden ayrışırsınız.

Bu nedenle, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın itici gücü daima buluşlar olmuştur. Üretim hacmini artırmak, kısa vadeli ekonomik verileri yukarı çekebilir. Ancak sürdürülebilir bir refah artışı, insan odaklı, bilgi temelli ve yeniliğe açık bir ekonomik yapı ile mümkündür. Bu da teknoloji üretme yeteneği olan bir insan kaynağına sahip olmayı gerektirir.

Teknolojiyi Kim Üretiyor?

Gelişmiş ülkelerin hepsi, yüksek teknolojili ürün ihracatında başı çeken ülkeler. Güney Kore, Almanya, Japonya, ABD ve Çin gibi ülkelerin ortak özelliği, eğitimli ve yaratıcı bireyler yetiştirebilmeleri. Bu bireyler sayesinde sürekli yeni fikirler üretiliyor, bu fikirler ticarileşiyor ve global pazarda yer buluyor. Yani mesele sadece bir fabrika kurmak değil; o fabrikanın içinde ne üretileceğini, nasıl üretileceğini ve dünyaya nasıl satılacağını düşünen beyinlere sahip olmak.

Buradan hareketle, eğitimin önemi daha da belirginleşiyor. Sadece okullaşma oranları ya da sınav başarıları değil, eğitimin içeriği ve kalitesi de büyük önem taşıyor. Merak eden, sorgulayan, ezber yerine analiz yapan bireyler ancak nitelikli bir eğitim sistemiyle yetişebilir. Bu yüzden eğitime yapılan yatırım, geleceğe yapılan en değerli yatırımdır.

2023 Yılı Patent Başvuru Sayıları (WIPO Verilerine Göre)

Ülke

Patent Başvuru Sayısı

Çin

1.640.000

ABD

518.364

Japonya

414.413

Güney Kore

287.954

Almanya

133.053

 

Ama Eğitim Tek Başına Yetmez

Eğitimi bir sihirli değnek gibi görmek de yanıltıcı olur. Çünkü insanın yaratıcı potansiyelini açığa çıkarması için sadece bilgiyle donanması yetmez. Aynı zamanda özgür ve güvende hissetmesi gerekir. Bir birey, düşüncelerini ifade ederken cezalandırılma korkusu taşıyorsa; hayal kurarken bile kendini otosansürlemeye zorluyorsa oradan buluş çıkmaz. İnovasyon, ancak özgürlükle mümkün olur.

Ayrıca umut da gerekir. İnsanlar geleceğe dair umut taşımazsa, yaratıcılık da, motivasyon da azalır. Kaygı dolu bir toplumda, birey sadece bugünü kurtarmaya çalışır, geleceği inşa etme cesaretini gösteremez. İşte bu yüzden sadece ekonomik değil, hukuki ve siyasi zeminin de güçlü olması gerekir.

Yapısal Reformlar: Gerçek Kalkınmanın Anahtarı

İşte bu noktada “yapısal reform” kavramı devreye giriyor. Eğitim, adalet, siyaset, ekonomi gibi alanlarda uzun vadeli ve kalıcı düzenlemeler yapmak, gerçek kalkınmanın temelidir. Ama bu reformlar kolay değildir. Çünkü meyvesi hemen alınmaz, zaman alır. Seçim döngüsüne sıkışmış politik aktörler için cazip değildir. Haliyle çoğu zaman ertelenir, yok sayılır. Genellikle ekonomik krizler sonrası, mecbur kalındığında gündeme gelir. Oysa sağlıklı bir kalkınma için bu reformların kriz anında değil, kriz gelmeden önce yapılması gerekir.

Yapısal reformlar; bireyin haklarını güvence altına alan hukuk sistemleri kurmayı, liyakate dayalı bir kamu yönetimi oluşturmayı, siyasi etik standartlarını yükseltmeyi, eğitim sistemini güncellemeyi, özgürlükleri genişletmeyi ve toplumsal güveni tesis etmeyi kapsar. Bu alanlarda yapılacak her iyileştirme, toplumun tüm kesimlerine pozitif yansır.

Gençler Neden Gidiyor?

Türkiye’den yurt dışına beyin göçü veren gençlerin en büyük ortak gerekçesi ne para ne de işsizlik. Güvende hissetmemek, özgür hissetmemek ve geleceğe dair umut taşımamak. Bunları sağlayamadığınız sürece istediğiniz kadar üniversite açın, teknokentler kurun, Ar-Ge teşvikleri verin. O gençler o imkanları başka ülkelerde değerlendirmek üzere gider.

Bu yüzden mesele sadece fiziksel altyapı inşa etmek değil, zihinsel ve kurumsal altyapıyı da güçlendirmek gerekli. Yollar, köprüler, havaalanları elbette önemlidir. Ama bir ülkenin asıl gücü, düşünce üretebilen insan kaynağıdır. Ve bu insan kaynağı, sadece bilgili değil, aynı zamanda özgür, güvende ve umutlu hissettiğinde potansiyelini ortaya koyabilir.

Sonuç: Geleceği İnşa Etmenin Gerçek Yolu

Türkiye’nin kalkınması için yeni binalardan çok yeni fikirler üretmesi gerekiyor. Geleceği inşa etmek istiyorsak, önce düşünceye alan açmalı, insanı merkeze koymalı ve yapısal reformları ertelemeden hayata geçirmeliyiz. Eğitimle başlayıp hukukla güçlenen, özgürlükle genişleyen bir toplumsal yapı inşa etmeliyiz. Çünkü gerçek kalkınma, sadece ekonomik göstergelerle değil, insanların ne kadar umutlu, ne kadar üretken ve ne kadar özgür olduklarıyla ölçülür.