Türkiye’de ekonomik büyüme kavramı milli gelir artışı için
bir gösterge gibi algılanıyor. Dahası son 20 yıldır inşaat sektörüyle özdeşleşmiş durumda. Yeni yollar, devasa alışveriş
merkezleri, kuleler, konut projeleri… Her biri ekonomik refahın simgesi gibi
sunuluyor. Ama burada göz ardı edilen bir nokta var; büyümek başka, kalkınmak
başka bir şeydir. Büyümek, inovasyona dayanmıyorsa sadece nominal bir artışı
ifade eder. Evet bir süre büyümenin verdiği gelir artışı ile ekonomide olumlu
hava oluşur. Ancak Prof. Dani Rodrik’in ifadesi ile inovasyona dayanmıyan
büyüme modelleri episodiktir. Yani eninde sonunda bir kriz ile sonlanır. Kalkınarak
büyüme ise toplumsal refahın, yaşam kalitesinin, bilimsel ve teknolojik
ilerlemenin kalıcı artması ile mümkündür. İnşaat sektörü ile büyüyebilirsiniz,
ama buluş yapmadan kalkınamazsınız.
Bunu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir örnek verelim; Bir
balonu üflediğinizde hacmini büyütebilirsiniz. Üflemeye devam ederseniz bir
noktada balon patlayacaktır. Ancak balonun
dayanıklılığını artıracak yeni bir kimyasal formul bularak balonun
patlamadan şişmesini sağlayabilirseniz, büyüme modeliniz daha kalıcı olacaktır.
Üretim elbette önemlidir, ama ekonomileri diğerlerinden
ayıran, piyasada benzesiz hale getiren şey buluşlardır. Bugün dünya
ekonomisinde söz sahibi olan ülkelere baktığımızda hepsinin ortak bir özelliği
var: Daha verimli daha kaliteli üretim için yeni buluşlar yapıyorlar. Patent
sayılarında, Ar-Ge yatırımlarında, bilimsel yayınlarda ve teknoloji ihracında
hep üst sıralardalar. Yani bu ülkeler, bilgiyi ve teknolojiyi sadece tüketen
değil, üreten ülkeler.
Rekabet Üstünlüğü: Sahip Olduğun Teknolojide Saklı
Küresel ekonomide mutlak rekabet üstünlüğü, know-how
teknolojilerine sahip olmakla mümkün. Bir ürünü üreterek, en fazla fiyat
rekabeti sağlayabilirsiniz. Oysa ki buluşlar sadece teknik bir üstünlük değil,
ekonomik bir koruma kalkanı da sağlar. Bu sayede ürününüzün piyasadaki değeri
artar, rakiplerinizden ayrışırsınız.
Bu nedenle, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın itici gücü
daima buluşlar olmuştur. Üretim hacmini artırmak, kısa vadeli ekonomik verileri
yukarı çekebilir. Ancak sürdürülebilir bir refah artışı, insan odaklı, bilgi
temelli ve yeniliğe açık bir ekonomik yapı ile mümkündür. Bu da teknoloji
üretme yeteneği olan bir insan kaynağına sahip olmayı gerektirir.
Teknolojiyi Kim Üretiyor?
Gelişmiş ülkelerin hepsi, yüksek teknolojili ürün
ihracatında başı çeken ülkeler. Güney Kore, Almanya, Japonya, ABD ve Çin gibi
ülkelerin ortak özelliği, eğitimli ve yaratıcı bireyler yetiştirebilmeleri. Bu
bireyler sayesinde sürekli yeni fikirler üretiliyor, bu fikirler ticarileşiyor
ve global pazarda yer buluyor. Yani mesele sadece bir fabrika kurmak değil; o
fabrikanın içinde ne üretileceğini, nasıl üretileceğini ve dünyaya nasıl
satılacağını düşünen beyinlere sahip olmak.
Buradan hareketle, eğitimin önemi daha da belirginleşiyor.
Sadece okullaşma oranları ya da sınav başarıları değil, eğitimin içeriği ve
kalitesi de büyük önem taşıyor. Merak eden, sorgulayan, ezber yerine analiz
yapan bireyler ancak nitelikli bir eğitim sistemiyle yetişebilir. Bu yüzden
eğitime yapılan yatırım, geleceğe yapılan en değerli yatırımdır.
2023 Yılı Patent Başvuru Sayıları (WIPO Verilerine Göre)
Ülke |
Patent Başvuru Sayısı |
Çin |
1.640.000 |
ABD |
518.364 |
Japonya |
414.413 |
Güney Kore |
287.954 |
Almanya |
133.053 |
Ama Eğitim Tek Başına Yetmez
Eğitimi bir sihirli değnek gibi görmek de yanıltıcı olur.
Çünkü insanın yaratıcı potansiyelini açığa çıkarması için sadece bilgiyle
donanması yetmez. Aynı zamanda özgür ve güvende hissetmesi gerekir. Bir birey,
düşüncelerini ifade ederken cezalandırılma korkusu taşıyorsa; hayal kurarken
bile kendini otosansürlemeye zorluyorsa oradan buluş çıkmaz. İnovasyon, ancak
özgürlükle mümkün olur.
Ayrıca umut da gerekir. İnsanlar geleceğe dair umut
taşımazsa, yaratıcılık da, motivasyon da azalır. Kaygı dolu bir toplumda, birey
sadece bugünü kurtarmaya çalışır, geleceği inşa etme cesaretini gösteremez.
İşte bu yüzden sadece ekonomik değil, hukuki ve siyasi zeminin de güçlü olması
gerekir.
Yapısal Reformlar: Gerçek Kalkınmanın Anahtarı
İşte bu noktada “yapısal reform” kavramı devreye giriyor.
Eğitim, adalet, siyaset, ekonomi gibi alanlarda uzun vadeli ve kalıcı
düzenlemeler yapmak, gerçek kalkınmanın temelidir. Ama bu reformlar kolay
değildir. Çünkü meyvesi hemen alınmaz, zaman alır. Seçim döngüsüne sıkışmış
politik aktörler için cazip değildir. Haliyle çoğu zaman ertelenir, yok
sayılır. Genellikle ekonomik krizler sonrası, mecbur kalındığında gündeme
gelir. Oysa sağlıklı bir kalkınma için bu reformların kriz anında değil, kriz
gelmeden önce yapılması gerekir.
Yapısal reformlar; bireyin haklarını güvence altına alan
hukuk sistemleri kurmayı, liyakate dayalı bir kamu yönetimi oluşturmayı, siyasi
etik standartlarını yükseltmeyi, eğitim sistemini güncellemeyi, özgürlükleri
genişletmeyi ve toplumsal güveni tesis etmeyi kapsar. Bu alanlarda yapılacak
her iyileştirme, toplumun tüm kesimlerine pozitif yansır.
Gençler Neden Gidiyor?
Türkiye’den yurt dışına beyin göçü veren gençlerin en büyük
ortak gerekçesi ne para ne de işsizlik. Güvende hissetmemek, özgür hissetmemek
ve geleceğe dair umut taşımamak. Bunları sağlayamadığınız sürece istediğiniz
kadar üniversite açın, teknokentler kurun, Ar-Ge teşvikleri verin. O gençler o
imkanları başka ülkelerde değerlendirmek üzere gider.
Bu yüzden mesele sadece fiziksel altyapı inşa etmek değil,
zihinsel ve kurumsal altyapıyı da güçlendirmek gerekli. Yollar, köprüler,
havaalanları elbette önemlidir. Ama bir ülkenin asıl gücü, düşünce üretebilen
insan kaynağıdır. Ve bu insan kaynağı, sadece bilgili değil, aynı zamanda
özgür, güvende ve umutlu hissettiğinde potansiyelini ortaya koyabilir.
Sonuç: Geleceği İnşa Etmenin Gerçek Yolu
Türkiye’nin kalkınması için yeni binalardan çok yeni
fikirler üretmesi gerekiyor. Geleceği inşa etmek istiyorsak, önce düşünceye
alan açmalı, insanı merkeze koymalı ve yapısal reformları ertelemeden hayata
geçirmeliyiz. Eğitimle başlayıp hukukla güçlenen, özgürlükle genişleyen bir
toplumsal yapı inşa etmeliyiz. Çünkü gerçek kalkınma, sadece ekonomik
göstergelerle değil, insanların ne kadar umutlu, ne kadar üretken ve ne kadar
özgür olduklarıyla ölçülür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder