6 Mayıs 2025 Salı

Büyümek Kolay, Kalkınmak Zor

 

Türkiye’de ekonomik büyüme kavramı milli gelir artışı için bir gösterge gibi algılanıyor. Dahası son 20 yıldır inşaat sektörüyle özdeşleşmiş  durumda. Yeni yollar, devasa alışveriş merkezleri, kuleler, konut projeleri… Her biri ekonomik refahın simgesi gibi sunuluyor. Ama burada göz ardı edilen bir nokta var; büyümek başka, kalkınmak başka bir şeydir. Büyümek, inovasyona dayanmıyorsa sadece nominal bir artışı ifade eder. Evet bir süre büyümenin verdiği gelir artışı ile ekonomide olumlu hava oluşur. Ancak Prof. Dani Rodrik’in ifadesi ile inovasyona dayanmıyan büyüme modelleri episodiktir. Yani eninde sonunda bir kriz ile sonlanır. Kalkınarak büyüme ise toplumsal refahın, yaşam kalitesinin, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin kalıcı artması ile mümkündür. İnşaat sektörü ile büyüyebilirsiniz, ama buluş yapmadan kalkınamazsınız.

Bunu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir örnek verelim; Bir balonu üflediğinizde hacmini büyütebilirsiniz. Üflemeye devam ederseniz bir noktada balon patlayacaktır. Ancak balonun  dayanıklılığını artıracak yeni bir kimyasal formul bularak balonun patlamadan şişmesini sağlayabilirseniz, büyüme modeliniz daha kalıcı olacaktır.

Üretim elbette önemlidir, ama ekonomileri diğerlerinden ayıran, piyasada benzesiz hale getiren şey buluşlardır. Bugün dünya ekonomisinde söz sahibi olan ülkelere baktığımızda hepsinin ortak bir özelliği var: Daha verimli daha kaliteli üretim için yeni buluşlar yapıyorlar. Patent sayılarında, Ar-Ge yatırımlarında, bilimsel yayınlarda ve teknoloji ihracında hep üst sıralardalar. Yani bu ülkeler, bilgiyi ve teknolojiyi sadece tüketen değil, üreten ülkeler.

Rekabet Üstünlüğü: Sahip Olduğun Teknolojide Saklı

Küresel ekonomide mutlak rekabet üstünlüğü, know-how teknolojilerine sahip olmakla mümkün. Bir ürünü üreterek, en fazla fiyat rekabeti sağlayabilirsiniz. Oysa ki buluşlar sadece teknik bir üstünlük değil, ekonomik bir koruma kalkanı da sağlar. Bu sayede ürününüzün piyasadaki değeri artar, rakiplerinizden ayrışırsınız.

Bu nedenle, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın itici gücü daima buluşlar olmuştur. Üretim hacmini artırmak, kısa vadeli ekonomik verileri yukarı çekebilir. Ancak sürdürülebilir bir refah artışı, insan odaklı, bilgi temelli ve yeniliğe açık bir ekonomik yapı ile mümkündür. Bu da teknoloji üretme yeteneği olan bir insan kaynağına sahip olmayı gerektirir.

Teknolojiyi Kim Üretiyor?

Gelişmiş ülkelerin hepsi, yüksek teknolojili ürün ihracatında başı çeken ülkeler. Güney Kore, Almanya, Japonya, ABD ve Çin gibi ülkelerin ortak özelliği, eğitimli ve yaratıcı bireyler yetiştirebilmeleri. Bu bireyler sayesinde sürekli yeni fikirler üretiliyor, bu fikirler ticarileşiyor ve global pazarda yer buluyor. Yani mesele sadece bir fabrika kurmak değil; o fabrikanın içinde ne üretileceğini, nasıl üretileceğini ve dünyaya nasıl satılacağını düşünen beyinlere sahip olmak.

Buradan hareketle, eğitimin önemi daha da belirginleşiyor. Sadece okullaşma oranları ya da sınav başarıları değil, eğitimin içeriği ve kalitesi de büyük önem taşıyor. Merak eden, sorgulayan, ezber yerine analiz yapan bireyler ancak nitelikli bir eğitim sistemiyle yetişebilir. Bu yüzden eğitime yapılan yatırım, geleceğe yapılan en değerli yatırımdır.

2023 Yılı Patent Başvuru Sayıları (WIPO Verilerine Göre)

Ülke

Patent Başvuru Sayısı

Çin

1.640.000

ABD

518.364

Japonya

414.413

Güney Kore

287.954

Almanya

133.053

 

Ama Eğitim Tek Başına Yetmez

Eğitimi bir sihirli değnek gibi görmek de yanıltıcı olur. Çünkü insanın yaratıcı potansiyelini açığa çıkarması için sadece bilgiyle donanması yetmez. Aynı zamanda özgür ve güvende hissetmesi gerekir. Bir birey, düşüncelerini ifade ederken cezalandırılma korkusu taşıyorsa; hayal kurarken bile kendini otosansürlemeye zorluyorsa oradan buluş çıkmaz. İnovasyon, ancak özgürlükle mümkün olur.

Ayrıca umut da gerekir. İnsanlar geleceğe dair umut taşımazsa, yaratıcılık da, motivasyon da azalır. Kaygı dolu bir toplumda, birey sadece bugünü kurtarmaya çalışır, geleceği inşa etme cesaretini gösteremez. İşte bu yüzden sadece ekonomik değil, hukuki ve siyasi zeminin de güçlü olması gerekir.

Yapısal Reformlar: Gerçek Kalkınmanın Anahtarı

İşte bu noktada “yapısal reform” kavramı devreye giriyor. Eğitim, adalet, siyaset, ekonomi gibi alanlarda uzun vadeli ve kalıcı düzenlemeler yapmak, gerçek kalkınmanın temelidir. Ama bu reformlar kolay değildir. Çünkü meyvesi hemen alınmaz, zaman alır. Seçim döngüsüne sıkışmış politik aktörler için cazip değildir. Haliyle çoğu zaman ertelenir, yok sayılır. Genellikle ekonomik krizler sonrası, mecbur kalındığında gündeme gelir. Oysa sağlıklı bir kalkınma için bu reformların kriz anında değil, kriz gelmeden önce yapılması gerekir.

Yapısal reformlar; bireyin haklarını güvence altına alan hukuk sistemleri kurmayı, liyakate dayalı bir kamu yönetimi oluşturmayı, siyasi etik standartlarını yükseltmeyi, eğitim sistemini güncellemeyi, özgürlükleri genişletmeyi ve toplumsal güveni tesis etmeyi kapsar. Bu alanlarda yapılacak her iyileştirme, toplumun tüm kesimlerine pozitif yansır.

Gençler Neden Gidiyor?

Türkiye’den yurt dışına beyin göçü veren gençlerin en büyük ortak gerekçesi ne para ne de işsizlik. Güvende hissetmemek, özgür hissetmemek ve geleceğe dair umut taşımamak. Bunları sağlayamadığınız sürece istediğiniz kadar üniversite açın, teknokentler kurun, Ar-Ge teşvikleri verin. O gençler o imkanları başka ülkelerde değerlendirmek üzere gider.

Bu yüzden mesele sadece fiziksel altyapı inşa etmek değil, zihinsel ve kurumsal altyapıyı da güçlendirmek gerekli. Yollar, köprüler, havaalanları elbette önemlidir. Ama bir ülkenin asıl gücü, düşünce üretebilen insan kaynağıdır. Ve bu insan kaynağı, sadece bilgili değil, aynı zamanda özgür, güvende ve umutlu hissettiğinde potansiyelini ortaya koyabilir.

Sonuç: Geleceği İnşa Etmenin Gerçek Yolu

Türkiye’nin kalkınması için yeni binalardan çok yeni fikirler üretmesi gerekiyor. Geleceği inşa etmek istiyorsak, önce düşünceye alan açmalı, insanı merkeze koymalı ve yapısal reformları ertelemeden hayata geçirmeliyiz. Eğitimle başlayıp hukukla güçlenen, özgürlükle genişleyen bir toplumsal yapı inşa etmeliyiz. Çünkü gerçek kalkınma, sadece ekonomik göstergelerle değil, insanların ne kadar umutlu, ne kadar üretken ve ne kadar özgür olduklarıyla ölçülür.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder